FELSEFE SÖZLÜĞÜ
N
Narsisizm: Genel olarak, kişinin ruhsal ve bedensel benliğine ya da kimliğine aşırı bir bağlılık ve beğeni duyması. Öznenin kendi kendisini beğenmesi kendi kendine hayran olması.
Nasyonal sosyalizm: Almanya’da Hitler tarafından kurulan ve temelde ırkçılık, sosyalizm, milliyetçilik, halk ve üstün lider fikirlerine dayanan faşist görüş ve yönetim sistemi.
Halk kavramının mistik bir nitelik kazandığı, lider ile halk arasındaki ilişkinin,. akla değil de, akıldışı birtakım fikirlere dayandığı, liderin milletin tüm isteklerini benliğinde duyduğunun öne sürüldüğü bu görüşte, devletin yüceliği ve üstün ırk düşüncesi ön olana çıkar.
Nefis: İslam felsefesinde, İnsan varlığının bedensel ya da daha çok biyolojik ihtiyaçları bütününe birden verilen ad.
Nefis Tasavvufta zaman zaman, İnsanı dünyadaki geçici varlıklara, gösterişe, maddeye, tutkulara yönelten, bundan dolayı her zaman iradenin kontrolü altında tutulması gereken bir iç eğilim olarak tanımlanırken, zaman zaman da, İnsanın Tanrı ile birleştiği yer, gönül ve düşünce gücü olarak tanımlanmıştır.
Nesnel: Genel olarak, bilen zihinden bağımsız olarak varolan gerçek bir nesne; başka bir deyişle, gerçek, tanıtlanabilir ya da fiziki olan ve dolayısıyla, durum, fonksiyon ya da konumu içsel tecrübeye, zihinsel yaşantıya, öznel deneyime bağlı olmayıp, herkes tarafından gözlemlenebilir ve doğrulanabilir bir şey olarak nesne; doğası fiziki ölçüm yoluyla belirlenebilen bir şey için kullanılan sıfat.
Nietzsche, Friedrich: 1844-1900 yılları arasında yaşamış olan ünlü Alman düşünürü. Temel eserleri: Die Fröchliche Wissenschaft [Neşeli Bilim], Alsa Sprach Zarathustra [Zerdüşt Böyle Buyurdu], Jenselts von Güt und Buse [İyi ve Kötünün Otesinde], Zur Genealogie der Moral [Ahlâkın Soykütüğü Üstüne], Der Wille zur Macht [Güç istemi].
Aydınlanma akılcılığı, hümanizm ve deizminin mantıksal sonuçlarını çıkarsamış olan Nietzsche, Kierkegaardın yaptığı gibi, ne fideizm yoluna girmiş, ne de Hegel gibi, inanç ve aklı daha yüksek bir düzlemde uzlaştırmaya çalışmıştır. Başka bir deyişle, Aydınlanma düşüncesinin mantıksal sonuçlarını çıkartırken, Aydınlanmanın silahı olan aklı en keskin bir biçimde kullanmış olan Nietzsche, ‘Tanrı’nın öldüğünü’ iddia etmiştir. Tanrı’nın ölümü karşısında, hümanizmin de anlamı olmadığını, zira Tanrı’nın yokluğunda, insanın metafiziksel bakımdan ilk ve temel olma iddiasının bir temeli bulunmadığını öne süren Nietzsche, hümanizme karşı çıkışında, insanı tanrılaştıran, ona hayvanı varoluşu aşma imkanı veren başarıların temelinde, hakikatin değil de, yanlış ve yanılsamanın bulunduğunu göstermeye çalışmıştır.
Başka bir deyişle, Yunan felsefe ve sanatına ilişkin araştırmasında, sanatın uyum ve düzenle birleştirilen Apollon’a dayanmadığını, Dionysos’un kaotik ve yıkıcı gücünün bir ifadesi olduğunu öne süren Nietzsche, düzenli bir görünüşler dünyası fikrinin, uyumlu ve birlikli bir gerçeklik inancının koca bir yalan olduğunu, Batı metafiziğinin, en azından Sokrates’ten beri gerçekliği çarpıttığını, metafiziğin insanlığın temel yanlışlarını, sanki onlar en temel hakikatlermiş gibi ifade eden sözde bir bilim olduğunu öne sürmüştür. Aklın da duyuların tanıklığını çarpıtmak için kullanıldığını söyleyen filozof, görünüşlerin fenomenal dünyası dışında hiçbir şeyin olmadığını savunmuştur.
Bu çerçeve içinde, görüşlerini daha çok etik alanı üzerinde yoğunlaştıran Nietzsche on dokuzuncu yüzyılın diğer düşünürlerinden birkaç noktada farklılık gösterir: Başkaları, 19. yüzyılı güç ve güvenlik çatı olarak görürken, Nietzsche modern insanın benimsediği değerlerin geleneksel dayanaklarının çöktüğünü düşünmüştür. Prusya ordusu güçlenir ve teknik ilerlemeler, insanlığın geleceğiyle ilgili olarak büyük bir iyimserliğin doğuşuna yol açarken, Nietzsche insanlığı gelecekte korkunç savaşların beklediğini sezmiştir. O, modern insanı tam bir hiççiliğin beklediğini savunmuştur. Modern insan için, Alman ordusunun güçlenmesi, bilimsel gelişmeler pek önemli değildir. Asıl önemli olan, Hıristiyanlığın Tanrı’sına duyulan inancın sarsılmış, Hıristiyan ahlâkının dayanağını yitirmiş olmasıdır.
Nietzsche’ye göre, Hıristiyanlığa duyulan inanç çökerken, insanlar Darwin’in evrim fikrine giderek daha çok inanır olmuşlardır. Çok tehlikeli olan bu gelişme, ona göre, insan ve hayvan arasındaki ayrımı ortadan kaldırmıştır. Nietzsche’e göre, Tanrı inancının çöktüğü yerde, insanlardan Darwin’in öğretisine inanmaları bekleniyorsa, gelecekte vahşi ve korkunç savaşların ortaya çıkışı hiç kimseyi şaşırtmamalıdır.
Nietzsche’e göre, insan özü itibariyle iyi ve yetkin bir varlık değil de, bir kaplanın sırtına atlamaya can atan tamahkar, merhametsiz, tatminsiz ve kötücül bir varlıktır. Bununla birlikte, insanlar yüzyıllardan beri bu doğru bilgiyi, insanın iyi ve yetkin bir Tanrı tarafından özel olarak yaratılmış eşsiz bir türün üyesi olduğu ve Tanrı’nın insanı yerleştirmiş olduğu evrenin teleolojik bir sistem meydana getirdiği kurgusu ya da hipoteziyle bastırmıştır. Nietzsche’ye göre, bilim bu kurgu ya da rasyonalizasyonların yanlış veya temelsiz olduğunu göstermiştir. İnsanın Tanrı tarafından yaratılmış özel bir varlık olduğu veya evrende bir düzen bulunduğu fikrinin bir masaldan başka hiçbir şey olmadığı bilgisi, insanların karşı koyu-şuna ve ondan habersiz olma arzularına rağmen, bilincimize adeta zorla girmektedir.
Friedrich Nietzsche’ye göre, bütün uzlaşımsallığımız, geliştirmiş olduğumuz tüm değerler, insanları dünyanın gerçek doğasını görmemizi engellemek amacıyla geliştirilmiş araçlardan başka hiçbir şey değildirler. İnsan ona göre, görünüşün gerisindeki çıplak gerçeği görmekten ve dünyanın amaçsız, anlamsız olduğunu teşhis etmekten kaçındığı için, yüzeyde kalmayı, rahatlık veren düşüncelere sığınmayı, ortalama değerlerle yaşamayı yeğler.
Tanrı’nın öldüğünü söyleyen Nietzsche, söz konusu görüşü ve ebedi dönüş öğretisiyle, işte bunu yıkmaya kalkışır. Buna göre, Tanrı’nın öldüğünü söylemek, insanların evrende bir düzen bulunduğuna artık daha fazla inanamayacaklarını söylemek anlamına gelir. Nesnel bir düzen gibi gözüken şey, ona göre, insanın evrende bir amaç ve anlam bulunduğuna inanma ihtiyacının kaosa yansıtılmasından başka hiçbir şey değildir. İşte, evrende olup biten her şeyin yeni baştan birçok defa yeniden ortaya çıkacağını dile getiren ebedi dönüş öğretisi, insanın amaç ve anlamdan yoksun olan bu dünyaya birçok kez, geleceğini vurgulayarak durumu biraz daha ağırlaştırır. Tanrı var değilse eğer, Friedrich Nietzsche’ye göre, insanın çaba ve mücadelelerini, boşuna olmaktan kurtarıp, temellendirecek bir şey de yoktur ve ilerleme dediğimiz şey bir tam bir yanılsamayı ifa eder.
Friedrich Nietzsche, işte bu durumu insanın bu dünyadaki durumunu, Platon’un ünlü Mağara benzetmesinde geçen insan ya da mahkumların durumuna benzetir. Nietzsche’ye göre. On dokuzuncu yüzyılın, fabrikalarda çalışan köle insanı bir mağaranın dibinde zincire vurulmuş olarak ve duvardaki gölgeleri gerçek sanarak yaşamaktadır. Nietzsche de, tıpkı Platon ve Kierkegaard gibi, zincirlerden kurtulmanın mümkün olduğuna inanır. Örneğin, Platon’a göre, az sayıdaki birkaç insan, bu iş ne kadar zahmetli olursa olsun, zincirlerinden kurtulup, mağaranın dışına, idealar dünyasına yükselebilir. Bunu da insanlar, herhangi bir doğaüstü gücün yardımıyla değil de, kendi doğal güçleri veya akıllarıyla başarabilirler. İşte bu nokta, Kierkegaard ve Nietzsche’nin, Platon’dan ayrıldıkları yerdir. Kierkegaard da, elbette mağaranın dışında güzel ve aydınlık bir dünya bulunduğundan emindir. Fakat onda, kurtuluş ve mağaranın dışındaki güneşli dünyaya yükseliş, doğal yollarla değil de, doğaüstü bir yoldan, yani imanın sıçrayışıyla, insanın kendisini Tanrıya teslim etmesi suretiyle olur.
Nietzscheye göre, yalnız Platon değil, Kierkegaard da kendi kendisi aldatmaktadır, zira mağaranın dışında başka bir dünya yoktur. Zincirlerden kurtuluştan. mağaranın ağı-zina doğru tırmanıştan söz etmek mümkün olmakla birlikte, mağaradan çıkıştan söz edebilmek mümkün değildir. İşte mağaranın karanlığı içinde, zincirlerden kurtulup, bu tırmanışı, onun anlamsız olduğunu bile bile, tekrarlayan, bu acımasız hakikati kabul edebilecek kadar güçlü olup gülebilmeyi beceren insan, Nietzsche’nin üstün insanıdır.
Nietzschenin üstün insanı, demek ki, belli bir evrim sürecinin ardından, insanlar arasından çıkıp, bütün insanlığı yönetecek, tüm insanlara tahakküm edecek bir diktatör değildir. O, her ne kadar on dokuzuncu yüzyılda kapitalizmin yarattığı fabrika kölelerine, kapitalizmin Hıristiyanlıktan miras alıp koruduğu köle ahlâkına, burjuva demokrasisiyle onun eşitlik idealine karşı çıkarken, bu düzenin veya Avrupa’daki demokratikleşmenin bir yandan da zorbalık, acımasız bir diktatörün ortaya çıkışı için gerekli altyapıyı hazırladığını söylemiş olmakla birlikte, onun üstün insanı, sanıldığının tersine, Hitler değildir. Nietsche’nin üstün insanı varoluşun boşluğunu ve anlamsızlığını görebilen, mağaradaki karanlık içinde her şeye rağmen tırmanmayı seçen az sayıdaki bireydir. Üstün insan, kendisi, tutkuları, güçlü yanları ve zayıflıkları üzerinde egemenlik kurarak, başkalarının ya da kendi tutku veya güçsüzlüklerinin kölesi olmaktan kurtulup, efendi haline gelmiş olan insandır. Üstün insan varlığın doğasını, varoluşun özünü temaşa ettikçe, bulantı duyan, fakat bu bulantıyı aşacak kadar güçlü olan insandır.
Üst insana örnek olarak, Büyük İskender’i, Sezar’ı, Napolyon’u ve Leonardo’yla Michelangelo’yu veren Friedrich Nietzscheye göre, üstün insan eğilip bükülmeyecek derecede güçlü ve katı, geleneksel kurum ve değerleri yıkabilecek kadar cesur, bulamadığı düzeni meydana getirecek kadar yaratıcı ve kötümserliği olumlamaya dönüştürecek kadar seçkin olan biri olmak durumundadır, üstün insanı belirleyen en önemli özellik olarak yaratıcılık üzerinde duran Nietzsche, bu yaratıcılıkla da daha çok sanatsal yaratıcılığı anlatmak ister. Yaratıcılığı ise güç istemine bağlayan filozof, doğaları farklı olsa da, tüm insanlarda ortak olan bir öğe bulunduğunu söyler: Güç isteği, ya da çevreye egemen olma dürtüsü. Ona göre, bütün varlığın temelinde, daha güçlü olmaya yönelmiş bir istek, bir irade vardır. Nietzsche canlı olanın, yaşayanın bulunduğu her yerde güçlü olma isteğinin kökleşmiş olduğunu söyler. Yaşamın temel nedeni, güçlü olma isteğidir. İnsanoğlu yalnızca kendini korumak ve yaşamak istemez, insanoğlunun asıl istediği daha güçlü olmaktır. Bu evren güçlü olma isteğinin hüküm sürdüğü bir evrendir.
Güç istemi, güçlü olma arzusu, kendisini hiçbir sınır tanımadan her yöne fırlamak, her tarafa saldırmak şeklinde gösterir. Fakat bu, hayvani ve vahşi olan bir şeydir. Oysa insanı insan yapan şey, kendisindeki güç istemini koruyup yönlendirebilme yeteneğidir. İnsanın kendisini, ideal bir düzen yaratma adına, kaosa düzen yükleme amacıyla bu şekilde disipline etmesi, Nietzsche’ye göre, güç isteminin en yüksek ifadesidir. Üstinsan, başkalarından çok, kendisini aşabilen; başkalarının değil de, kendi kendisinin efendisi olabilen insandır. üstün insanı insanın kendi kendisini gerçekleştirebilmesinin bir modeli olarak gören Nietzsche, bu bağlamda sanatsal yaratıcılığı insanı Tanrı’ya en fazla benzeten özellik olarak değerlendirmiştir. Tanrı’nın yokluğunun sonucu olan düzen yoksunluğunda, yaratıcı ya da üstün insan, kendi içindeki kaostan minyatür düzen yara-tıp, bunu dış dünyadaki kaosa aktarabilen kişidir.
Başka bir deyişle, insan için mutluluğun, hazda değil de, güçlü olmakta yattığını söyleyen, Nietzsche’ye göre, böyle bir mutluluğa varmak, sert bir disiplini gerektirir; çünkü hayvanI içgüdülere, basit hazlara kapıldığı sürece, insan gerçek ve üstün güçten yoksun kalır. Duygularını, eğilimlerini yücelten insan, hayvanların içinde bulunduğu durumdan sıyrılarak yükselir ve gerçek insan varlığına ulaşır. İşte bu ideal insan, Nietzsche’nin üstün insanıdır. Ona göre, üstün insan, insanoğlunun amacıdır.
Nietzsche insanın yenilmesi, aşılması gereken bir varlık olduğunu söyler. Her varlık kendisinden üstün bir şey yaratmıştır; bundan dolayı, insanın da kendisini aşması gerekir. Maymun insanın gözünde ne ise, insan da üstün insanın gözünde o olmalıdır. Nietzsche, yeryüzünün anlam ve amacının üstün insan olduğunu söyler, çünkü insan doğasına yaraşan, güçlü, korkusuz ve acımasız olmaktır; yaratıcılığa ve ileriye yönelmektir. Nietzsche insanın ahlâki değerleri olduğu gibi benimsemek yerine, yeni değerler yaratması gerektiğini savunur. İnsan değerleri hazır bulamaz, çünkü değerleri ona aktaracak hiç kimse yoktur. İnsanoğluna, iyinin ve kötünün ne olduğunu anlatacak, açıklayacak ve kabul ettirecek üstün otoriteler bulunmamaktadır. İnsan yapayalnızdır ve hayatının anlamını, bağlanacağı değerleri yeni baştan özgürlük içinde kendisi yaratmak zorundadır.
Nietzsche’ye göre, yaşamın temelinde güçlü olma isteği var ise, eşitlik, toplumsal barış ve çıkarlarda uyum söz konusu olamaz. O, Hıristiyanlığın ve genel olarak idealizmin ahlâk anlayışının, bir sahtekarlık ve yanıltmaca olduğunu söylemiştir. Nietzsche acıma ve sevgi ahlâkını, güçlü insanı yolundan çeviren, onu güçsüz insanlar düzeyine indiren ve küçülten bir tuzak ve bir tur ikiyüzlülük olarak görmüştür. 0, zamanının bu ahlâkını bir köle ahlâkı olarak nitelemiş ve Hıristiyanlığın tüm değerlerine karşı çıkmıştır. İnsanlığı bu köle ahlâkından kurtarma çabası veren Nietzsche, bunun yerine efendi ahlâkını önermiş ve böylelikle insanlara yeni amaçlar, yeni değerler getirmeye çalışır.
Nirvana: Budizm’de, her türlü tutkudan alınmış ve doğuş çarkının dışına çıkmış olan kişinin eriştiği mertebe, mutlak dinginlik hali. Acının ve bilgisizliğin ortadan kalkışı durumu, kişinin dünyaya yönelik ilgilerden, kendisiyle ilgili tasalardan kurtulması, arzu ve isteklerden vazgeçmesi, gerçek bir bilgeliğe, mutlak bir bağımsızlığa ulaşması durumu.
Yaşamın acılar içinde geçen sonsuz ve kısır bir döngü olduğunu, bu döngünün nedeninin tutkular, tutkuların nedeninin ise bilgisizlik olduğunu savunan Budizme göre, insanlar, tüm tutkulardan, kızgınlık ve isteklerden arınarak, nesnelerin çekiciliğine kapılmasalar, yaşam tekerleğini çeviren geçek nedeni görmek suretiyle ermiş, bilge bir kişi olarak, sonsuz dönüşün dışına çıkıp, bağımsızlaşabilir ve kurtulabilirler. İşte bu kurtuluşun adı Nirvana’dır.
Norm: Genel olarak, düzgü; ölçü için kullanılan standart birim. Her tür yargının zımnen ya da açıkça kendisine dayandığı ilke, model; Bir sosyal grubun kendisi için ilke edindiği ve grup üyelerinin eylemlerini yönlendiren davranış kuralları bütünü.