Ç Harfı

 

FELSEFE SÖZLÜĞÜ

Ç

Çağdaş felsefe: On dokuzuncu yüzyılın sonla­rından başlayıp günümüze dek uzanan felsefe.

Felsefe hiçbir zaman boşlukta gelişme­yip, kültürün bir parçası olarak, daima çağın siyasi ve toplumsal koşullarıyla ilişki içinde ortaya çıktığına göre, çağdaş felsefe­nin de, yirminci yüzyılın koşullarından etki­lenen, yirminci yüzyıla özgü bir bakış açısı vardır. Çağdaş felsefe içinde yer alan tüm filozoflar, aralarındaki farklılıklara karşın, işte bu bağlamda, bir parçası oldukları mo­dern toplumun ilgi ve problemlerine yanıt vermek durumunda olmuşlardır. Şu halde, çağdaş felsefeyi karakterize eden birinci özellik, onun yirminci yüzyılda ortaya çıkan kimi temel durum ve oluşumlardan, örneğin modern toplumun bilim karşısında­ki ikircikli tavrından, dile yönelik ilgiden, dünya savaşlarının yarattığı umutsuzluktan, toplumsal koşulların yarattığı güven bunalı­mı ve yabancılaşmadan, vb, yoğun bir bi­çimde etkilenmiş olmasıdır.

Çağdaş felsefeyi karakterize eden ikinci özellik, yirminci yüzyılda filozofların Batı felsefesine Kant’tan beri damgasını bulan kurmacılık veya konstrüktivizm ve göreci­likten kaçınma çabası içine girmiş olmaları­dır. Buna göre, Batı felsefesinde Descar­tes’la başlayıp, Kant’la doruk noktasına ulaşan özne çıkışlı bir felsefe anlayışının ar­dından, yirminci yüzyıl felsefesi insandan ve insanın inançlarından bağımsız olarak varolan bir nesnel dünyanın varoluşunu kabul eden bir felsefedir. Nesnelliği yeni­den yakalamaya çalışan çağdaş felsefe, aynı zamanda nesnel olarak varolan bir evrenin bilgisinin mümkün Olduğunu savunan bir felsefe olarak ortaya çıkar.

Kabaca ve genel olarak değerlendirildi­ğinde, çağdaş felsefede tarihsel bir sıra için­de ortaya çıkan dört ayrı gelenekten söz edi­lebilir: Metafiziksel gelenek, analitik gelenek; fenomenolojik gelenek ve eleştirel ya da yıkıcı gelenek. 1- Metafiziksel gelenek, yirminci yüzyılda felsefe tarihinin son özgün metafiziksel sistemlerinden meydana gelen bir gelenektir. Bu geleneğin, felsefe­nin görevinin gerçekliğin doğasıyla ilgili problemleri bir çözümü kavuşturmak oldu­ğunu savunan düşünürleri, metafiziklerinde, dinamik ve değişen bir gerçekliği ifade etme­ye çalışmışlardır. Bir ayağı on dokuzuncu yüzyılda olan söz konusu metafiziksel geleneğin en önemli üç temsilcisi Henri Bergson, John Dewey ve Alfred North Whitehead’tir. Dinamik ve değişen bir gerçekliği belli bir süreç felsefesiyle ifade eden bu üç düşünürün temel kavramı evrimdir.

2- Çağdaş felsefenin ikinci önemli ve büyük geleneği ise, Hobbes ve Hume’a mal edilebilecek olan kimi felsefi kabulleri be­nimseyen düşünürlerin oluşturduğu analitik gelenektir. Dünyanın çok büyük sayıda basit öğeden meydana geldiğini, kompleks nesne­lerin bu öğelere ayrıştırılabileceğini ve bu basit varlıklarla karşılaşıldığı zaman, onla­rın kolaylıkla tanınıp anlaşılabileceğini öne süren bu gelenek mensupları, felsefenin gö­revinin sentez değil de, dilsel ya da bilimsel veya mantıksal analiz olduğunu öne sürer. En önemli temsilcileri arasında George Ed­ward Moore, Bertrand Russell, Gattlob Frege, Ludwig Wittgenstein, ve Viyana Çevresi düşünürlerini verebileceğimiz bu gelenek realist bir tavır alıp sağduyuya yak­laşırken, bir yandan da bilimden tarafa saf tutup metafiziğe şiddetle karşı çıkar.

3- Çağdaş felsefenin üçüncü geleneği ise, Alman filozofu Edmund Husserl tarafın­dan kurulmuş olan fenomenolojik gelenektir. Bilginin olanağına büyük bir güçle inanırken, Kant’ın eseri olan konstrüktivizme şiddetle karşı çıkan fenomenolojik gelenek, kendin­de şeylerin bilince göründüklerini öne sür­müştür. Bu çerçeve içinde bilince dönen ve bilincin yönelimselliğini bilinç üzerinde yoğunlaşmanın nedeni ve haklı kılınışı olarak değerlendiren fenomenolojik gelenek, aynı zamanda realist bir tavırla, şeylerin karşılık­lı bağımlılığı ve ilişkisi üzerinde durmuştur. Analitik geleneğin Hume’a yakın olduğu yerde, daha çok Hegel’e yaklaşan fenome­nolojik geleneğin en önemli temsilcileri ara­sında Martin Heidegger’le Jean Paul Sartre bulunmaktadır.

4- Çağdaş felsefenin dördüncü geleneği Fransız düşünürleri Michel Foucault ve Jacques Derrida tarafından temsil edilen eleştirel ya da yıkıcı gelenektir. Örneğin, öz­cülüğe, ikiciliğe, Descartesçı felsefeye, akıl ya da lojisizme, Aydınlanma felsefesiyle po­zitivizme ve dolayısıyla bütün bir moderni­teye ilişkin olarak çok ciddi ve keskin bir eleştiri yönelten Derrida’nın son çözümle­mede özcülüğe, ikiciliğe ve akılmerkezcili­ğe yönelik olan eleştirisi gerçekte metafizi­ğe, Batı’nın bütün bir metafiziksel düşüncesine yönelik bir kritik olmak duru­mundadır. Başka bir deyişle, Batı düşünce­sinin yüzyıllardan beri termelinde yer kavram ve karşıtlıkları yeni baştan eleştirel bir bakışla değerlendiren bu gelenek, Barı felsefesinin temellerini sarmıştır.

Çağırma: İdeolojinin hitap etmesi, bireylerin ideoloji ta­rafında inşa edilmeleri sürecine çağdaş ya­pısalcı Marksist düşünür Louis Althusser tarafından verilen ad.

İdeolojinin ve hakim sınıfın hegemonya­sının sanıldığı gibi doğrudan bir tahakküm yoluyla gerçekleşmediğini söyleyen Althus­ser’e göre, ideoloji çağırma aracılığıyla, yani bireyleri varolan üretim ilişkileri için­deki rollerini sorgulamadan kabul edip be­nimseyen bir sosyal kimlikle donatacak şekilde işler.

Çatışma teorisi: Toplumu meydana getiren grup ya da öbekler arasındaki rekabete dayalı çıkar çelişkisini temele alan, çatışma­nın toplumsal gelişme için önemli bir işlev yerine getirdiğini dile getiren teori.

Çatışmanın doğası ve işleviyle ilgili ilk teoriler on dokuzuncu yüzyılla yirminci yüz­yılın başlarında öne sürülmüştür. Bu alan­daki ilk önemli kuram. Marx’ın iki sınıf arasındaki çatışmaya dayanan toplumsal ça­tışma modelidir. Toplumun bütününü ser­maye ve emeğin çıkarlarını temsil eden iki sınıfa bölen Marx’a göre, çatışmanın toplu­mu dönüştürme gibi bir işlevi vardır. Alman felsefe profesörü George Simmel ise, çatış­manın önemini vurgulamakla birlikte, Marx’ınki gibi ikili bir model benimseme­miş ve çatışmanın tüm toplumsal düzenle­meleri ortadan kaldıracağı sonucuna yarma­mıştır. Ona göre, çatışmanın durağanlığı, toplumsal istikrar ve dengeyi sağlamak, bi­reyleri korumak bakımından üstlendiği çok önemli rol ve olumlu işlevler vardır.

Çatışma konusunda, bu iki önemli çatış­ma teorisinden sonra yirminci yüzyılda orta­ya çıkan üçüncü yaklaşım, çatışmadan, top­lumsal bütünlüğün önemini ve ortak değerlerin olumlu etkisini gündeme getiren birlikli bir toplum görüşü lehine feragat eden fonksiyonalist görüştür. Fonksiyonalistler çatışmaya olumlu bir rol yükleyen Karl Marx’la Simmel’in tersine, onu, sağlıklı bir toplumsal organizmanın normal değil de, pa­tolojik bir hali olarak yorumlamışlardır.

Fonksiyonalist anlayıştan sonra ortaya çıkan tüm çatışma teorileri Marx ya da Simmel ‘in görüşünün farklı versiyonları olmak durumundadır. Örneğin, 1960’1ı yıllarda sis­tem çatışmasıyla toplumsal çatışma arasın­da bir ayırım yapan sosyolog Dockwood, Marksist bir anlayış benimsemiştir. Ona göre, kurumlar birbirleriyle uyum içinde olmadıkları zaman sistem çatışması ortaya çıkar; buna karşın toplumsal çatışma bireyler arasında olup yalnızca toplumsal etkileşimler içinde ortaya çıkar.

Çelişki: Bir ve aynı önermenin aynı anda hem tasdiki ve hem de inkarına, hem evetlenmesi ve hem de değil­lenmesine; bir önerme ile bu önermenin değillemesinden oluşan kümeye verilen ad.

Buna göre, mantıkta iki kavram, yargı ya da önermenin birbirlerini dışta bırakan karşı olumunu ifade etmek için kullanılan çeliş­ki terimi, sosyoloji ya da toplum felsefesin­de, özleri ya da doğaları gereği bağdaşmaz olan iki toplumsal olgu, faaliyet, sınıf ya da durum için kullanılır. Örneğin, Marksist sosyolojiye göre, sermaye artı değer elde etmek suretiyle emeği sömürdüğü için, emek ile arasında bir vardır.

Çevrecilik: Genel olarak, çevrenin insanın faaliyetleri üzerindeki etkisini vurgulayan felsefi öğreti, çevrenin insan davranışını belirlemedeki rolünü vurgulayan teori ve felsefi okul. İnsanlar da içinde olmak üzere, tüm hayvanların yapısını ya da davranışını etkileyen bir etmen ola­rak fiziki, biyolojik, psikolojik ya da kültü­rel Çevrenin önemini vurgulayan anlayış. 2 Sosyal bilimlerde, uygarlık ve toplumun gelişmesinde çevre etkenlerinin önemi üzerinde duran yaklaşım.

Çevrecilik, ahlâk ve politika alanında de, doğal çevrenin hem bizatihi kendi başına ve hem de insanlık için büyük bir pratik ve ahlâki değer taşıdığı görüşünü ve bu dayanan hareketi ifade eder.

Çilecilik: Genel olarak, bilginin, kişisel gelişme ve yetkin­leşmenin ancak rahatlık, iyi giyim ve yemek gibi arızi öğelerin yadsınmasıyla, konfor ve rahat koşullardan vazgeçilmesi suretiyle elde edildiğini savunan anlayış. Kişinin, ahlâki bakımdan gelişmesi ve olgunlaşması için, iradeyi sıkı bir disiplin altına sokması tavrı.

Çokçuluk: Genel olarak, aynı cins tenlik yerine çeşitliliğin aynılık yerine fark­lılığın, tek bir şey yerine Çokçuluğun önemini vurgulayan görüş.

Çoktanrıcılık: Tanrısal gerçekliğin özü itiba­riyle, bir değil de, çok olduğunu, birden çok Tanrı’nın varolduğunu savunan anlayış; doğa güçlerinin, ölülerin, birtakım hayvan­ların tanrısallaştırılmasının sonucu olarak ortaya çıkan, ve birden çok Tanrı’nın varlı­ğını kabul eden inanç.

 
 
Bugün 23 ziyaretçi (31 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol